Bir kişinin ellerini kafamıza koyduğunda aklımızdan geçen onlarca şeyi bilebildiği ve görebildiği bir senaryo hayal edelim. Ya da yine bir kişinin gözlerimizin içine dikkatlice baktığında dün gece gördüğümüz rüyayı en ince ayrıntılarıyla bilebildiğini düşünelim. Kulağa oldukça saçma geliyor öyle değil mi? Bu ancak fantastik filmlerde, sihirli dizilerde olabilir. Bunun ne kadar mümkün olmadığının ve düşüncesinin bile ne kadar gerçek dışı olduğunun farkındayız. Hatta muhtemelen birisi ellerini kafamıza koyduğunda aklımızdan geçenleri bilebileceğini söylese ona bırakın inanmayı, şaşkın bir kahkahayla güler geçeriz. Bunun böyle olması, bu durumlara bu şekilde tepki veriyor olmamız çok normal ve gayet yerinde. Ancak ilişkilerimizde tam olarak da bunu beklediğimizin farkında mıyız? Sevgilimizin o an ne düşündüğümüzü bilmesini ve ona göre davranmasını gerçekten bekliyoruz, çok tuhaf değil mi?
Bu zihin okuma olayının ilişkide normal bir standart ve gerçekçi bir beklenti olduğunu düşünecek kadar da ileri gidiyoruz. Sevgilimiz/eşimiz/partnerimiz aklımızdan geçenleri -o an neye sinirlendiğimizi veya neye öfkelendiğimizi- bilemediğinde bunun bir eksiklik olduğundan yakınıp bu durumdan şikâyet ediyoruz. Pek çok yönden partnerimizin o an hissettiğimiz veya ne istediğimizi otomatik olarak bilmesi gerektiğini varsayıyoruz. “Gerçek bir aşk, konuşmamıza gerek olmadan birbirimizi anlayabilmemizi gerektirir” gibi gerçek dışı bir inanca sahip olabiliyoruz. Partnerimizle olan romantik ilişkide, hangi konular hakkında varsayımda bulunuyoruz veya ne gibi konulardaki sessiz iletişimimiz bizi çıkmaza sürüklüyor birkaç örnek vermek istiyorum.
- O an canımızın tatlı çektiğini anlayıp tatlı siparişi vermesini beklediğimiz sevgilimiz, bunu yapmadığında ona sinirleniyoruz.
- Akşam istediğimiz yemeği pişirmesini beklediğimiz partnerimizin, başka bir yemek yaptığını gördüğümüzde hayal kırıklığına uğruyoruz.
- Bu yaz tatil için, deniz tatili değil de Karadeniz turu yapmak istediğimizi bilmeyen sevgilimizin bizi yeterince tanımadığını düşünüyoruz.
- Bir tartışmada bize söylediği spesifik bir kelimeye kırıldığımızda bunu kendiliğinden anlamasını bekliyoruz.
- Bize pek de beğenmediğimiz bir hediye aldığında -bu nazik hediye alma düşüncesi için bile teşekkür etmek yerine- asıl ihtiyacımı olan şeyi bilip almadığı için memnuniyetsiz bir tavır sergiliyoruz.
Tüm bunlar sadece çok belirgin olan birkaç örnekten ibaret. Düşününce aslında bunların ne kadar bencilce ve mantıksızca beklentiler olduğunu fark edebiliriz. Çünkü o akşam istediğimiz yemeğin pişmesi için, gidecek olduğumuz tatilin ayarlanması için ve canımızın çektiği tatlıyı yemek için yapabileceğimiz aşırı basit ve hızlı bir şey var: Söylemek! Evet, partnerimize bunu söylemek. Partnerimizle hislerimiz, düşüncelerimiz ve isteklerimiz hakkında konuşmak. Yapabileceğimiz en iyi şey bu ancak çoğunlukla bu yolu seçmiyoruz. İstediğimizin konuşmadan anlaşılmasını ve yerine getirilmesini bekliyoruz. Hatta partnerimizin bunu anlaması için bazen dakikalar, bazen de günler geçiyor. Bazen de hiç fark etmiyor ve anlamıyor bile. Konuşarak 5 dakikada halledebileceğimiz bir şey konusunda, garip bir şekilde günlerce beklemeyi bile tercih ediyoruz. O anlamadıkça ve fark etmedikçe de içten içe bir öfke beslemeye başlıyoruz. Kendi zihnimizde bu kadar net olan bu fikirlerin, bizim için hayattaki en kıymetli kişiler tarafından hemen anlaşılmaması bize mantıksız geliyor. Ne de olsa partnerimiz bizim hayat yoldaşımızdı, bizi çok önemsediğini iddia eden biriydi, ne hissettiğimizi fark etmesi gerekmez miydi? Partnerimizin bu anlayışsızlığının sebebinin ne olduğunu düşünmeye başlarken onlar hakkında maalesef tek bir açıklamaya varırız: onların bunu kasten yaptığına, bilerek anlamamazlıktan geldiğine inanmaya başlarız. Bunun karşılığında da onu sıklıkla surat asarak veya onu bir şeylerden mahrum bırakarak cezalandırmayı seçeriz. Anlamasını ve fark edilmeyi beklediğimiz ana kadar somurtmayı veya onu fiziksel bir yakınlıkla cezalandırmayı sürdürürüz.
Peki tüm bunları neden yapıyoruz? Düşününce aslında bize de mantıksızca gelen bu zor yolu neden seçiyoruz?
Bu sorunun cevabı için yine dünyayı ve bütün normları ilk öğrendiğimiz zamanlara yolculuk yapmalıyız. Biz küçükken, annemiz babamız veya bir bakım verenimiz, biz konuşmadan o anki isteklerimizi anlayabiliyor gibi görünüyordu. İhtiyaçlarımızı ve isteklerimizi biz henüz dile getirmeden fark edip karşılayabiliyorlardı. O an aç olduğumuzu anlamışlardı ve biraz süt veya mama vermişlerdi. Veya uykudan göz kapaklarımız kapanır hale daha gelmeden annemiz uyumamız gerektiğini anlamış ve bizi yatağımıza yatırmıştı. O an küçük bir çocuk için bunlar sihir gibiydi. Daha söylemeden yapılması gerekenleri yapan bir kişi var, adeta filmlerdeki gibi. Biz bu şekilde gördük ve iletişim kurmadan yerine gelen istekleri bu şekilde öğrendik. Böyle bir normalin içine büyüdük ve bunun hayatımız boyunca herkes tarafından bu şekilde sürüp gideceğini zannettik. "Demek ki doğru düzgün sevildiğimde açıklama yapmama gerek kalmaz” diye düşündük. Bunun aynısını yetişkin olduğumuzda, yine bizi seven partnerlerimizden bekledik.
Oysaki biraz durup düşününce bizim şu an sihir gibi sandığımız şeyler aslında basit bir gereklilikten ibaretti. Bir bebeğin karnının zaten sık sık doyurulması, bir çocuğun da zaten uyku saatinde uyutulması gerekirdi. Çocuğun minik bedeni, ihtiyaç duyduğu uykuya veya mamaya çok fazla dayanamaz ve bu ebeveynler tarafından kolaylıkla fark edilir ve hemen karşılanırdı. Kendimiz de bedenimiz de isteklerimiz de çok az, basit ve barizdi. İşte bu yüzden ebeveynlerimiz, partnerimizden çok daha büyük bir avantaja sahipti. Ancak biz büyüdük, biz büyüdükçe doğal olarak; isteklerimiz ve ihtiyaçlarımız da büyüyüp, her anlamda daha karmaşık ve anlaşılması zor hale geldiler.
Ülke ve dünya siyaseti hakkında bilgi sahibi olduk. Kişisel zevk sahibi olup kendi giyim tarzımı oluşturduk. Spor, teknoloji, psikoloji, biyoloji, tarih gibi birbirinden farklı alanlarda kendimizi geliştirdik. Onca eğitim aldık, onca farklı insanla tanıştık ve bunların hepsinin sonucunda yepyeni bir kendimiz olduk, olmaya da devam ediyoruz. Bu kadar karmaşık bir yapıya sahip olunca, kendimiz bile kendimizi tanıma konusunda zorlanmaya başladık. Bazen garip şekillerde, kendimizin bile pek anlam veremediği düşüncelere sahip olduk. Örneğin:
- Belki açık renkleri seviyoruz ama özellikle su yeşili haricinde.
- Uzun etekler giymeyi çok seviyoruz ama kesinlikle ipek kumaştan olmalı.
- Rock müzik dinlemeyi seviyoruz ama yine bir Rock grubu olan X’in şarkılarını hiç sevmiyoruz.
- Küçük çekirdekli bütün meyvelerden nefret ediyoruz ama karpuza bayılıyoruz.
- Sanat galerisini gezmeyi sevmiyoruz ama aslında bir yandan tablolara hayranlık besliyoruz.
- Siyasetle çok yakından ilgileniyoruz ama siyaset hakkında konuşmaktan nefret ediyoruz.
- Balık yemekten nefret ediyoruz ama marketteki konserve ton balıklarını çok lezzetli buluyoruz.
gibi gibi bir sürü detaylı ve karmaşık fikirlere sahibiz. Sorulduğunda biz bile bu farklı alışkanlıklarımızı açıklayamıyoruz, sadece bir şekilde böyleyiz ve böyle düşünüyoruz ama partnerimizin tüm bunları hızlı, sistematik ve yanlışsız bir şekilde bilmesini bekliyoruz.
Tüm bunların ne kadar kompleks olduğunu fark ettiğimizde, zihnimizin okunma beklentisinin de ne kadar gerçeğe uygun olmadığını anlarız. Ne kadar fazla zaman geçerse geçsin, partnerimize hala açıklayacağımız ve anlatacağımız şeyler olacaktır. Partnerimize her gün kendimizi tanıtmaya ve açıklamaya devam ettiğimiz tüm bu süreci, sonsuz bir sohbet malzemesine çevirebiliriz ✨ Tıpkı kendimizi tanıma ve anlama sürecimizin de sonsuza kadar süreceği gibi. Akıl okuyamamanın, önceden tahmin edememenin; aşka ve ilişkiye bir saldırı olmadığını anladığımızda, her şeyin çok daha basit ve anlaşılır bir hal alacağına emin olabiliriz.
Zihinsel gelişim çabaya değer,
İrem ♥
Yorum yazın
Bu site hCaptcha ile korunuyor. Ayrıca bu site için hCaptcha Gizlilik Politikası ve Hizmet Şartları geçerlidir.