Bir çocukluk çağı travması olarak duygusal gecikme
Sevgilinizin, annenizin ya da babanızın sizden bir şey istediğini düşünün veya öğretmeninizin veya patronunuzun... o kişi sizden bir şey istedi ve siz de o an hemen ona “evet” cevabını verdiniz. Sizden istediği o şeyi yapabileceğinizi söylediniz ve yaptınız. İlk anlarda buna dair bir sıkıntı yoktur, hatta sizden istenen bir şeyi yerine getirdiğiniz ve yardım ettiğiniz için mutlusunuzdur. Ancak aradan birkaç gün veya birkaç hafta geçtiğinde kabul ettiğiniz o şeyi birden fark edersiniz, üstüne düşünmeye başlarsınız ve “kullanıldığınızı, yararlanıldığınızı” görürsünüz. Buna çok üzülür ve çok öfkelenirsiniz. Yani kısacası olay olduktan, yaşandıktan çok zaman sonra durumu fark edip o kötü duyguları ancak daha yeni hissetmeye başlarsınız. Bunun nedeni çocuklukta yaşadığımız büyük ya da küçük bir travmaya işaret ediyor olabilir. Çünkü travmanın; bedeni kitleyen, duyguları daha sonra patlamak üzere biriktiren bir doğası vardır. Bu durumda kişi o an kendisinden istenenin kendisi için yararlı veya zararlı olup olamayacağını anında değerlendiremez çünkü aklına o an yerleşen şey kendisinin yararına bir muhakeme yapmak yerine, ondan istenen o şeyi hemen nasıl yerine getireceği ve ona en hızlısından nasıl bir cevap vereceğidir. İlk planda olan kendisi değildir, bir başkasıdır ve görev bitirip “aferin alma ya da iyi biri olma ya da makul ve zararsız olma” isteği ve düşüncesidir.
Sonra bir gün yaptığımız bu şeyin aslında bize pek de uymadığını, resmen kullanıldığımızı, pek de istemeyeceğimiz bir şeyi kabullendiğimizi fark ederiz. O an bir farkındalık anıdır. Önce bu duruma neden kendimizi soktuğumuz konusunda biraz şaşırırız, ardından bize bunu yaptıran, bize bunu kabul ettiren o kişiye karşı öfkeleniriz. Diğerine karşı olan öfke bir yüzleşmeyle giderilse de ya da bir yüzleşme olmasa da en sonunda içimize gelecektir. Yani kendimize duyduğumuz bir öfke halini alacaktır. Bu tabii ki yüzleşmenin olmadığı, diğerine karşı olan öfkenin çıkarılmadığı durumda daha çok yaşanacaktır. Çünkü kendimizi kullandırdığımız düşüncesi çok can sıkıcıdır. “Ben ne kadar aptal bir insanım ki kendimi kullandırdım, ben öylesine sinik bir karakterim ki patronumun benden istediği göreve karşı hayır bile diyemedim” gibi düşünceler aklımızı sarar ve kendimize öfkeleniriz.” Üstelik cesaret edemediğim için patronun benden istediği bütün ek işlere karşı bir ödeme bile talep etmedim hatta bir ödeme talep etmem gerektiğini bile düşünmedim, gerçekten çok aptalım” gibi bir düşünceyle öfke kendimize doğru yönelmiş ve kendi değerimizi sorgular hale gelmişizdir. Burada patron-işçi ilişkisi üzerinden örnek verdim ancak bu sevgili, arkadaş veya ebeveynler üzerinden de olabilir.
Bunların hepsi travmaya ne yönden etki ediyor?
Burada travmaya dair biraz daha detaylı örnekler vereceğim. Okumak sizin için zor olabilir. Eğer böyleyse lütfen bu sayfadan ayrılın. Kendini daha güçlü hissettiğiniz bir anda tekrardan ziyaret edebilirsiniz.
Eğer ihmal edildiğimiz veya fiziksel, duygusal şiddete maruz kaldığımız bir çocukluğumuz varsa duygusal tepkilerde gecikme yaşanması muhtemeldir. Bu gecikmenin ve daha sonra gelen bu farkındalığın en büyük sebebi de duyguları ve hakları ciddiye alınan bir çocuk olmamaktan gelir. Çünkü daha önce kimse bizi ve başımıza gelenleri ciddiye almamıştır ve biz de kendi duygularımızı ciddiye alamayan bireyler haline geliriz. Bu sebeple birilerinin bizden faydalanıyor olması o an ciddiye alabileceğimiz bir şey olmamıştır. Özellikle cinsel ve fiziksel istismar travması yaşayan çocuklarda bu durum fazlasıyla böyledir. Çünkü istismar eden kişi çocuğun gerçekten çok zorlanacağı boyuta gelene kadar bunu sürdürdüyse ve daha da fazla kötü olamayacağı bir durumda istismara ancak son verdiyse çocuğun tepki göstermesi buna ses etmesi bir işe yaramamıştır. Çocuk böylece “şu an tepki veremem, versem de bir işe yaramıyor, onun bana şiddet uygulamayı bırakacağı ana kadar herhangi bir şey hissetmek ve tepki vermek yok” gibi bir düşünce ve bilinç geliştirebilir. Ya da fiziksel ve cinsel istismara maruz kalan çocuğun ağlamasına izin verilmeme durumu çok sık yaşanır. Bunun şöyle sebepleri olabilir: İstismarcı kurbanın ağlamasına dayanamıyor, sinir oluyor, hatta odağını kaybediyor olabilir. Ya da istismarcı yaptığı şeyin bir kötülük ve illegal olduğunun farkındadır ve kimse tarafından duyulmasın, ses çıkmasın istiyor olabilir. Ağlamayan çocuk o an acıyı yaşamayan, duygularını kitlemek zorunda kalan çocuktur. Ağlayamamanın ve sessiz kalmanın bir sebebi de çocukken istismarcının hoşuna gitmeyecek bir şey söylemekten ve onu kışkırtmaktan sakınmaktır. Çünkü çocuk o an ters bir tepki verirse cezalandırılabilir.
Tüm bunların hepsi; anında tepki verememe, hayır diyememe ve duyguların daha sonra yaşanması durumuna yol açar. Kişinin duygularının normal bir hızda ve doğal olarak yaşanmasına izin verilmemiştir. Az önce de bahsettiğim gibi bu kişinin kendi yararına karar verebilme, kendine uygun değerlendirme yapabilme becerileri zayıflamış olur ya da hiç gelişmemiş olur.
Hepsinin sonucunda kişi kendisine sorulan soruları ve kendisinden istenen görevleri kendi alanında değerlendirmeden cevap vermek ve kabul etmek zorundadır. Çünkü kendisi o kadar önemli değildir ve hiç önemli olmamıştır ki karşısındakini bekletmemek zorundadır. Bekletmeden verilen cevap da çok büyük oranda “evet” olmuştur, “kabulleniş” olmuştur. Çünkü hayır cevabı açıklama gerektiriyor olabilir ve kişi açıklama yapabilecek kadar düşünememiştir bile. Ya da çocukken reddettiğinde, karşı geldiğinde istismarcısı ona kızdığı için kişi tekrardan bunu yaşamamak adına herhangi bir kişinin herhangi bir teklifi kabul etmeye meyilli bir insana dönüşmüştür. Tekrardan kimseyi kızdırmamalı. Bunlar aslında bir nevi kendini korumaya alma modudur. Travmayı yeniden deneyimleme ihtimalini azaltma isteğidir.
Bunun tam tersi olarak kişi “hayır” cevabını vermeye meyilli bir kişiye de dönüşebilir. Böyle bir kişiye dönüşme olasılığı çok daha azdır ancak mümkündür. Kişi bu sefer direkt olarak “hayır” cevabını verir. Hani bazı insanlar vardır, kendisi için farklı bir şeyler denemekten çok uzak olan ve her zaman reddetmeye meyilli olan insanlar. Bu insanlar da olası kötülüklerden kaçmak için işleri en baştan “hayır” diyerek, “reddederek” hiç başlatmazlar bile. “Evet” cevabını veren kişiyle aslında aynı bilişe sahiptir, değişen pek de bir şey yoktur. Yani yine ikisi kendi yararına düşünecek süreyi bulamamış, gerçek duygularını ve düşüncelerini hiç işlemeden bir cevap seçmiş ve olası travma tekrarlamasından kendince kendini kurtarmıştır.
Tüm bu anlattıklarım çok can yakıcı, çok trajik olaylar. Bunların hepsi aktif olarak ve bilinçli olarak hala yaşanıyor demek değildir. Sadece çocukluğunda bu gibi durumlara sıklıkla maruz kalmış kişilerin artık böyle olmaya eğilimli olması demektir. Fazlaca duygularını ve düşüncelerini o an kitlemek zorunda kalmış kişinin yetişkinliğinde hala bilinçli olarak bunları kilitlemesi değil de akışta bir doğal bir tepki verme becerisini kaybetmiş ya da pek de geliştirememiş olması demektir. Temel olarak duygusal gecikme budur. Eğer bu saydığım örnekler size tanıdık geldiyse, duygusal gecikme durumunu siz de yaşadığını fark ettiyseniz bunu büyük oranda aşabilmenin bir yolu var. Travma konusunu çalışan bir psikologla iletişime geçebilir ve psikolojik destek alabilirsiniz.
Zihinsel gelişim çabaya değer,
İrem ♥
Yorum yazın
Bu site hCaptcha ile korunuyor. Ayrıca bu site için hCaptcha Gizlilik Politikası ve Hizmet Şartları geçerlidir.